Bazen tutamıyorum kendimi, çok konuşuyorum. Konuşmadığım bi tarihi zaman diliminde, kendisi hayatımın dönüm noktalarındandır, çok hasta olduğumla ilgili şüpheler vardı, olmamışım. Bi sürü kan almışlardı, bi çok testler yapmışlardı. Siz doktorun odasında sonuç beklerken,” ya bana çok hastasın derse, ya çok hastaysam, ya hikayem yarım kalırsa ve hayatımın geri kalanını hastane odasında saçlarım olmadan geçireceksem?” diye düşündünüz mü hiç? Çok kötüydü, ama çok hasta olmadığım ortaya çıktı, hatta bir öküz kadar sağlıklı olduğumu söyledi o bi sürü testler. Ben de çok hasta olacağıma çok konuşuyorum o tarihi andan beri, hiçbirşeyi içimde tutmuyorum.
Bazen tutamıyorum kendimi, çok sigara içiyorum. Saçlarımı kaybedecek kadar hasta olmaktan çok korkmama rağmen hem de... Kulaklarım kocamandır, saçlarım olmazsa iyice çirkin olurum ki... Sigarayla bir gün vedalaşacağımı biliyorum, kendi istediğim zamanda, birileri beni zorladığında veya ikna etmeye çalıştığında değil. Çok antipatik geliyor bana bu çabalar.
Bazen yine tutamıyorum kendimi, çok düşünüyorum. Herşeyi düşünüyorum, düşünmekten hareket edemez hale geliyorum. Planlar yapıp bozuyorum, güzel ve kötü senaryolar yazıyorum, siliyorum, değiştiriyorum. Kul umar felek gülermiş, başımın üstündeki düşünce baloncukları bile ağrıyor düşünmekten, bu kadar senaryo hayatın ve bütün olası paralel hayatlarımın içerisinde bile yoktur ki...
Bazen tutmuyorum kendimi, çok gülüyorum. Yanlış anlaşılmama neden oluyor bu kadar gülmek. Her zaman gülen insanlar gerçek değildir, her zaman gülmekle çok gülmek arasında da fark vardır. İnsanlar bu ikisini birbirine karıştırabiliyor.
Çok kapanıyorum, çok kaçıyorum, çok korkuyorum, çok kilitleniyorum, çok tahammülsüzüm bazen.
Çok gülüyorum, çok seviyorum, çok barışığım bazen .
Bazen kendimi dünyanın dışından gelmiş gibi hissediyorum, insanların iki ayağının üstünde yürüyebilmesi bile şaşırtıcı geliyor, bazen dalında rüzgarla sallanan yaprakları bile ben hareket ettiriyormuşum, kalbimi, midemi, kollarımı ve bacaklarımı da dalında sallanan yapraklar hareket ettiriyormuş gibi herşeyle bir oluyorum, rüzgar oluyorum, yaprak oluyorum, ağaç oluyorum, herşey oluyorum.
Hayatını değiştirmek isteyip bunun için hiçbişey yapmayan insanlar var çok. Sıkım sıkım sıkıldığı işinden kurtulup hayatta gerçekten yapmak istediklerini yapmayı, kocasını terk etmeyi ve mutlu aile pozundan çıkmayı, iyi anne olmaya çalışmaktan vazgeçmeyi, kendi doğrularına göre çocuk büyütmeyi, ailesinin kurallarını bir kenara bırakıp kendi istediği pencereden hayata bakabilmeyi seçenekler arasına hiç koymamış insanlar. BİRİNİN kuralları yıkmasını, birinin sınırları aşmasını, birinin kalıpları kırmasını, birinin özgürce küfür edebilmesini, birinin onun yerine kendi isteklerinin, hayallerinin peşinde koşmasını, birinin para biriktirmeyip keyfine göre dünyayı dolaşmasını, birinin onların da bir parça isteyip zorlukla kurulan düzenin bozulmaması için bu zararlı düşünceleri aklından bile geçiremediği halde hayallerini gerçekleştirmesini isteyen insanlar.
Hayatını yaşaması için yüreklendirilen de genelde benim gibi henüz düzenini kurmamış, hala hayalleri olan, hala değiştirmek istediklerini değiştirebileceğine inananlar oluyor.
Mutsuz olduğunu söylemek, göstermek en büyük günah. Sakın yapmayın bunu. Onun yerine iyiymiş gibi yapmak, hatta mümkünse herşey mükemmelmiş, Tanrının bütün ışığını üstüne yağdırdığını, imrenilecek herşeye sahip olduğunu, sahip olduğun herşeyin imrenilecek kadar mükemmel olduğunu gösterme zamanı. Yalanlardan örülü bir hapishaneye hapsetmek demek kendini bu, gün saymak da yasak çünkü mutluluktan öleceksin zaten içerde... Sen mükemmel sıfatlarınla güvenli tarafta yaşarken biri değiştirsin hayatını, kırsın duvarları, yıksın önyargıları, dünyayı değiştirsin.
Çok çalıştım, gerçekten çok, buna ayak uydurabilmek en azından idare edebiliyormuş gibi dursun diye. Çok iğreti durdu üzerimde. Olması gereken mutsuzsan yardım istemek, birşeylerden şikayetçiysen sorunu kabul edip sonra düzeltmeye çalışmak, ama ilk önce şu yalan hapishanesinden bir çıkmak aslında. İnsanlar bunu çalışmadan yapabiliyorlar mı acaba?
Söyleyince mantıklı geliyor ve okuyunca, ama yapınca değil. Yorgun insanlar zamanında yaşadığımız, olumlama, evrenin sırrı ve pozitif enerji diye bişeyler duyup öğrendiğimiz için kaçıyoruz kulağa olumsuz gelen şeylerden. Kahramanlar bekleyip kahraman olmayı sevmiyoruz. Biri bişey yapsın cümlesindeki biri yok. Olanı da eleştiriye boğuyoruz.
Hala hayatını değiştirebilecekler arasında olduğum için sürekli yol ayrımlarında kalıyorum. Ve bir sürü yorumun ortasında bazen tutamıyorum kendimi çok konuşmaktan, söylenenleri çok düşünmekten, düşünüp düşünüp hava kararmadan bi martini hazırlayıp düşünüp dururken çok sigara içmekten, sonra bir sonuca varamayıp boşvermekten. Gülüyorum sonra, her yol bir yerlere çıkacakken yol ayrımında kalıyorum.
Alışkanlıklar kötüdür, sabahları kaçırmak kötüdür. Yapmak istediklerini yapamamak veya yapmamak, bunun için bahaneler bulmak kötüdür. Cümlemi özellikle olumsuz kelimelerle kuruyorum.
Kukiş koridorun başında yatıyor, ben de yorumsuz cümleler kurarak geçireceğim bir güne başlamak üzere yazımı bitiriyorum.
Bu yazının bir anafikri yok, bu yazıyı yine ne akla hizmet yazdığıma dair bir fikrim de yok. Tatil güzel bir şey ya, bugün ve yarını yapmak isteyip yapamadığım şeylere ayırıp unutuyorum yazdıklarımı...