16 Haziran 2015 Salı

Dedem

Bugün arkadaşım Armağan'a gelen vefat haberiyle giden büyükleri andık. 

Babannesini anlattı, ben de dedemi... 
Çocukken kahvehanede zaman geçirdiğimizi, beni oyalamak için tavla, pişti falan oynattığını... Beni erkek berberinde traş ettirdiğini... Garipsemeyin, Çelin kızı biraz haylazsa erkek çocuu gibi büyüdüğünden... Dedem çok severdi bu şarkıyı... Ve akşam haberlerini izleyip Ecevit'e sövmeyi... Araba kullanırken elimi vitesin üstünde bırakıp direksiyonu tek elimle tutmamı sevmezdi. Çiğbörek geldiğinde sofraya hep aynı hikayeyi anlatırdı. Ve lanet olsun ki şu anda hatırlayamadığım çok güzel bi masal anlatırdı bana uyumam için, ben de ona sarılır uyurdum. Çikolata alırdı, annem kızacak diye caminin arkasına götürür orda yedirirdi. Alacakargaları izlerdi, yapma dediğimiz herşeyi yapardı.
Dedem yaramaz çocuk gibiydi. Karşıma oturur kaşıyla gözüyle bakışıyla severdi beni... Bişey istediğimde istediğim şeyi ne yapar eder alır ya da aldırırdı, eksik kalmama dayanamazdı. Sağlam adamdı dedem. 

Öldüğünde çim adam gibiydi saçları ve daha beyazlamamıştı. Çocukken her yere tırmanabilirdim, bi tek dedem tırmanıp bitiremeyeceğim kadar kocaman sanırdım. Beni babasız bırakmadı gidene kadar. Çok özlemişim, şarkısını söyledim bugün...

Yazdıklarımdan kahvede zaman geçiren bir dedeye emanet edilen çocukların başına gelebilecek korkunç şeyleri çıkarın... Steril pişmiş steril yetişmiş yeni nesil anneler için eminim çok korkunç görünüyodur çocuğunun kahvehanede sigara dumanı içinde zaman geçirmesi, üstüne her türlü salon oyununu öğrenmesi, izlemesi...

Kız çocuklarını pembe elbiselere bürüyüp barbi bebek haline getirenler için eminim çok dramatiktir kız çocuğunun berberde amerikan traş edilmesi. Çocuğun yanında küfür edilmesi, annenin koyduğu kuralların bozulması, üstelik anneyi kandırarak yapılması bunun... 

Dönüp geriye baktığımda en eğlenceli yanıydı çocukluğumun, en güzel parçasıydı belki. Belki tek eğlenceli yanıydı. Bilmeyenler için söyliyim, annemin kuralları ve otoritesi hep işledi başbaşa kaldığımızda. Bekara karı boşamak kolaydır derler ama ben iddia ediyorum, benim de bir çocuğum olduğunda dedem gibi bir suç ortağı olsun isterdim. 

13 Haziran 2015 Cumartesi

Büyük Kısmını Yazdığımı Hatırlamadığım Yazı

Bazen tutamıyorum kendimi, çok konuşuyorum. Konuşmadığım bi tarihi zaman diliminde, kendisi hayatımın dönüm noktalarındandır, çok hasta olduğumla ilgili şüpheler vardı, olmamışım. Bi sürü kan almışlardı, bi çok testler yapmışlardı. Siz doktorun odasında sonuç beklerken,” ya bana çok hastasın derse, ya çok hastaysam, ya hikayem yarım kalırsa ve hayatımın geri kalanını hastane odasında saçlarım olmadan geçireceksem?” diye düşündünüz mü hiç? Çok kötüydü, ama çok hasta olmadığım ortaya çıktı, hatta bir öküz kadar sağlıklı olduğumu söyledi o bi sürü testler. Ben de çok hasta olacağıma çok konuşuyorum o tarihi andan beri, hiçbirşeyi içimde tutmuyorum. 

Bazen tutamıyorum kendimi, çok sigara içiyorum. Saçlarımı kaybedecek kadar hasta olmaktan çok korkmama rağmen hem de... Kulaklarım kocamandır, saçlarım olmazsa iyice çirkin olurum ki... Sigarayla bir gün vedalaşacağımı biliyorum, kendi istediğim zamanda, birileri beni zorladığında veya ikna etmeye çalıştığında değil. Çok antipatik geliyor bana bu çabalar.

Bazen yine tutamıyorum kendimi, çok düşünüyorum. Herşeyi düşünüyorum, düşünmekten hareket edemez hale geliyorum. Planlar yapıp bozuyorum, güzel ve kötü senaryolar yazıyorum, siliyorum, değiştiriyorum. Kul umar felek gülermiş, başımın üstündeki düşünce baloncukları bile ağrıyor düşünmekten, bu kadar senaryo hayatın ve bütün olası paralel hayatlarımın içerisinde bile yoktur ki...

Bazen tutmuyorum kendimi, çok gülüyorum. Yanlış anlaşılmama neden oluyor bu kadar gülmek. Her zaman gülen insanlar gerçek değildir, her zaman gülmekle çok gülmek arasında da fark vardır. İnsanlar bu ikisini birbirine karıştırabiliyor. 

Çok kapanıyorum, çok kaçıyorum, çok korkuyorum, çok kilitleniyorum, çok tahammülsüzüm bazen. 

Çok gülüyorum, çok seviyorum, çok barışığım bazen . 

Bazen kendimi dünyanın dışından gelmiş gibi hissediyorum, insanların iki ayağının üstünde yürüyebilmesi bile şaşırtıcı geliyor, bazen dalında rüzgarla sallanan yaprakları bile ben hareket ettiriyormuşum, kalbimi, midemi, kollarımı ve bacaklarımı da dalında sallanan yapraklar hareket ettiriyormuş gibi herşeyle bir oluyorum, rüzgar oluyorum, yaprak oluyorum, ağaç oluyorum, herşey oluyorum.

Hayatını değiştirmek isteyip bunun için hiçbişey yapmayan insanlar var çok. Sıkım sıkım sıkıldığı işinden kurtulup hayatta gerçekten yapmak istediklerini yapmayı, kocasını terk etmeyi ve mutlu aile pozundan çıkmayı, iyi anne olmaya çalışmaktan vazgeçmeyi, kendi doğrularına göre çocuk büyütmeyi, ailesinin kurallarını bir kenara bırakıp kendi istediği pencereden hayata bakabilmeyi seçenekler arasına hiç koymamış insanlar. BİRİNİN kuralları yıkmasını, birinin sınırları aşmasını, birinin kalıpları kırmasını, birinin özgürce küfür edebilmesini, birinin onun yerine kendi isteklerinin, hayallerinin peşinde koşmasını, birinin para biriktirmeyip keyfine göre dünyayı dolaşmasını, birinin onların da bir parça isteyip zorlukla kurulan düzenin bozulmaması için bu zararlı düşünceleri aklından bile geçiremediği halde hayallerini gerçekleştirmesini isteyen insanlar.

Hayatını yaşaması için yüreklendirilen de genelde benim gibi henüz düzenini kurmamış, hala hayalleri olan, hala değiştirmek istediklerini değiştirebileceğine inananlar oluyor. 

Mutsuz olduğunu söylemek, göstermek en büyük günah. Sakın yapmayın bunu. Onun yerine iyiymiş gibi yapmak, hatta mümkünse herşey mükemmelmiş, Tanrının bütün ışığını üstüne yağdırdığını, imrenilecek herşeye sahip olduğunu, sahip olduğun herşeyin imrenilecek kadar mükemmel olduğunu gösterme zamanı. Yalanlardan örülü bir hapishaneye hapsetmek demek kendini bu, gün saymak da yasak çünkü mutluluktan öleceksin zaten içerde... Sen mükemmel sıfatlarınla güvenli tarafta yaşarken biri değiştirsin hayatını, kırsın duvarları, yıksın önyargıları, dünyayı değiştirsin.

Çok çalıştım, gerçekten çok, buna ayak uydurabilmek en azından idare edebiliyormuş gibi dursun diye. Çok iğreti durdu üzerimde. Olması gereken mutsuzsan yardım istemek, birşeylerden şikayetçiysen sorunu kabul edip sonra düzeltmeye çalışmak, ama ilk önce şu yalan hapishanesinden bir çıkmak aslında. İnsanlar bunu çalışmadan yapabiliyorlar mı acaba? 

Söyleyince mantıklı geliyor ve okuyunca, ama yapınca değil. Yorgun insanlar zamanında yaşadığımız, olumlama, evrenin sırrı ve pozitif enerji diye bişeyler duyup öğrendiğimiz için kaçıyoruz kulağa olumsuz gelen şeylerden. Kahramanlar bekleyip kahraman olmayı sevmiyoruz. Biri bişey yapsın cümlesindeki biri yok. Olanı da eleştiriye boğuyoruz. 

Hala hayatını değiştirebilecekler arasında olduğum için sürekli yol ayrımlarında kalıyorum. Ve bir sürü yorumun ortasında bazen tutamıyorum kendimi çok konuşmaktan, söylenenleri çok düşünmekten, düşünüp düşünüp hava kararmadan bi martini hazırlayıp düşünüp dururken çok sigara içmekten, sonra bir sonuca varamayıp boşvermekten. Gülüyorum sonra, her yol bir yerlere çıkacakken yol ayrımında kalıyorum.

Alışkanlıklar kötüdür, sabahları kaçırmak kötüdür. Yapmak istediklerini yapamamak veya yapmamak, bunun için bahaneler bulmak kötüdür. Cümlemi özellikle olumsuz kelimelerle kuruyorum. 


Kukiş koridorun başında yatıyor, ben de yorumsuz cümleler kurarak geçireceğim bir güne başlamak üzere yazımı bitiriyorum. 

Bu yazının bir anafikri yok, bu yazıyı yine ne akla hizmet yazdığıma dair bir fikrim de yok. Tatil güzel bir şey ya, bugün ve yarını yapmak isteyip yapamadığım şeylere ayırıp unutuyorum yazdıklarımı...

12 Haziran 2015 Cuma

Cesur Bir Hikaye

Dünya üzerinde o kadar çokuz ve o kadar yokuz ki, hiç yaşamamış gibi unutulmak bana korku verir. Bu hikaye geride bir iz bırakan cesur köpek Cesur'un izi olarak yazılmıştır.   

Bu ülkede kökümüz doğayla iç içe yaşayan insanlardan gelmesine rağmen doğanın diğer yaratıklarıyla nasıl yaşayacağımızı unutmuş durumdayız. Bunun için aileler çocukları istediği için süslü köpek yavruları alır ve başedemeyeceklerini anladıklarında onları "bir yerlere" gönderirler. Onlar kadar süslü olmayan köpek yavruları ile birlikte barınaklarda yaşamaya çalışırlar. Cesur, böyle bir barınakta karşıma çıkan süslü olmayanlardan bir yavru.  Ordan çıkmasının sebebi ise, sonradan anladığımız yaramazlığından patisinin birinden bir parçayı yan kafesteki büyük köpeğe kaptırmış olması. Yanık sesiyle insan yavrusu gibi ağlamaları onu barınaktan kurtardı ve bir pazar gecesi İzmir'in Karşıyaka'sındaki veteriner kliniğimize getirdi. Ayağı, yüreği kocaman iki veteriner tarafından ameliyat edildi ve veteriner kliniğinde hızla iyileşmeye başladı.   

Hepimiz yaşamımızın bir döneminde kendimizden bir parçayı kaybederiz. Bazen kalbimiz giden birinde kalır. Bazen aklımız, bazen çocukluğumuz bize çocuk olduğumuzu hatırlatan son kişinin mezarının içine girer, oraya toprakla gömülür. Cesur da bir iki parmak bıraktı geride. Bundan sonra yaşayacağı güzel günleri düşününce makul bir bedel olduğuna inanmıştım.   


Ne yazık ki yavru köpeklerde sıkça görülen ve tedavisi olmayan bir hastalığın belirtileri bir süre sonra ortaya çıktı. 

Cesur bu süre içerisinde hareketli, yaramaz, çirkin sesli ve oyuncu bir köpek olarak mutlu günler geçirdi. Arkadaşları ve kendine ait eşyaları oldu. Akşamları mesai bitimini onu görmek için iple çeken bir Selin'i oldu. Onu süsleyen, isimler takan, yaramazlıklarını sessizce toparlayan bir de ablası oldu.   Tedavisi bitince ona bahçesini açacak bir ailesi oldu. Ama bir yandan ona alıştığımdan, küçük  imkanlarımla beraber Kuki ablasıyla yaşayabileceğimiz bir bahçeli ev arandı. Cesur için bir çok insan yardımlaştı. Cesur bize insanlığın ölmediğini öğretmek için geldi. Küçümsediğimiz kaynakların can kurtarabileceğini anlattı.   

Hastalık başladığından beri her gün içimden bağıran bir sesle kendime "Sen inanmazsan kimse inanmaz onun iyileşeceğine! " diyerek gittim yanına. Ona hikayeler anlattım, Kuki'nin aynı hastalıktan nasıl kurtulduğunu anlattım. Bir yanım ona sarıldı, sarmaladı, kalbimin içine sokmak, onunla nefes alıp vermek istedi. 

Kanseri yenen insanların ropörtajlarını izlemiştim,  inançla ve umutla yendiklerini anlatıyorlardı. İnanmışım sanırım, ona da anlattım.   Cesur dün gece bütün sözlerime karşın savaşını kaybetti. Yanında onu seven, onun için mücadele eden genç veteriner hekimimizle vedalaşarak olmasını istediğim yere, kalbimin en güzel yerine benim içimdeki yaramaz, heyecanlı, meraklı ve çirkin sesli yavru olarak yerleşti.     Unutulmuş bir köpek yavrusuyken, bir çok insanın bildiği, dualar ettiği, emek verdiği, sevdiği bir yavru olarak hayatının bu kısmını tamamladı. Son günlerinde acıdan minik inlemelerini ona dokunduğumuzda kesti. Bizi sevdi, gözüyle takip etti. İlk komutlarını bile öğrenmişti.   Burdan bir köpek edinmeyi düşünen insanlar için, Cesur'un hikayesini paylaştım. Beton yığınları içerisinde güzel evlerimiz, eşyalarımız, arabalarımız, hırslarla dolu hayatlarımızın bir köşesinden fedakarlık edip bir canı sığdırabiliyorsak zenginiz.   Yardım et dediğimizde gelen insanlarımız varsa zenginiz.   Sürüklenmiyor, bir amaç uğruna yaşıyorsak zenginiz.   Kalbinizin bir köşesinde minik bir kalp daha atıyorsa siz de zenginsiniz.   Cesur oğlum da sonsuza kadar benim içimde, yanımda, acılarından kurtulmuş olarak yaşayacak.


Derken , bu hikaye böyle bitmedi. Cesur'u ağlamalarıma dayanamayarak, bi cesaret ben alayım diyen arkadaşımın çocukları, Cesur'un gidişinden bi yıl sonra evlerine gelemeyen Cesur'un yerine bir yavru köpek gelsin, erkek olsun, adı Cesur olsun ve bu Cesur ölmesin istediler. Annesinin sokağa yavruladığı bu yeni Cesur o günden beri onlarla... 

"İnsanın köpeğinin olması ne güzelmiş, şimdi seni daha iyi anlıyorum" diyor arkadaşım. Cesur'dan selam gönderiyor arada. Büyüyen yeni Cesur, aynı ilk Cesur'a benzemiş, iyice yakışıklı olmuş. Duygusal hikayem benim, ilk kahramanlık denemem, beceremeyişim... Cesur ve ondan sonra melek olan kartopu lokum bebek Tomy için üzülüp durmak yerine iki tane limon ağacı aldım, balkonda hayal bahçeme kavuşana kadar belkiyorlar. Yeni Cesur can bir ailenin can bebeği oldu. 

Acılardan şeker yapıyorum, çok isteyip Tanrı'yı ikna ediyorum belki. Belki de gidene üzülmek yerine Polyannacılık oynuyorum. Ne fark eder ki elde bir sevgi hikayesi olduktan sonra...

7 Haziran 2015 Pazar

MAC, lens ve Meksika Uçak bileti



Önce şuna bi tıkla da aynı kafaya gelelim:
http://youtu.be/LfqQ7v0sprY 

Elimde bi kitap, %80 i küfür ve argo olduğundan bu aralar bana bulaşılmaması naçizane tavsiyemdir. Mesela bugün bol bol Erol Taş kahkahası attığım da doğrudur. 

Seçim gününün akşamı  ve  bizim kasaba terk edilmiş durumda ( alkol yasakları...). 

Özet geçecek olursak,  büyük boy dört torba eşya attım, evi detokslamak için, kitaplığımda sadece ve sadece yarım raflık yer açabildim. Dünkü maç tantanasından kaçmak için gölete gidip küfürlü kitabımı okuyum dedim, yanı başımızda patlayan havai fişeklerden Kuki huysuzlandığı için kalkmak zorunda kaldım. Bir dondurma yemek için bugün çeşitli sebeplerden 5 cafe dolaşmamız gerekti. Havuzbaşında bira içip fotoğraf çekmek için gittiğim Soyak’ta arabadan bara geçene kadar sırılsıklam oldum, dizlerimin arkasından falan su akıyodu, öyle diyim. Tek istisnasız haftasonu için yaptığım bütün planlar bozuldu. 

Sonuç olarak eve dönüşte arabada şu üst linkteki çıngırdak şarkıya kendi yorumumla eşlik edip dans ediyordum. Neden? 

Evden safra atmak yerine eşyaların en olmaması gereken yerde olacağı şekilde döşeyeceğim hayal evime güzel bir elveda dememle başladı herşey. Halbuki salonun ortasına bir kum torbası asıp , ağaç dallarından kendi ellerimle başlık yapacağım karyolamı da salona koyacaktım. Tuvalette bir kitaplık ve müzik sistemi olacaktı. Tomy ve Cesur isimli limonlarımı evimin bahçesine dikecektim. Bunların hepsini de kendi ellerimle yapacaktım. Noldu? Püfff! Bir gün içerisinde uçtu gitti...

Allahtan hayal kırıklarını toplayabilen, köpekleri sevebilen, bira şişelerini çakmakla açabilen ve hatta seneler önce söylediğim ve arkadaşcığımın bana hatırlattığı gibi, “ben yaptım, ben bozdum, yine yaparım” ı hala diyebilen bir insanım. Bu haftasonu suya düşen planlarımdan biri de depresyona girmekti aslında. Teskin edici melisa çayımla, limiti sonuna kadar dolmuş kredi kartım ve sonuna kadar sömürülmüş banka hesabımla alışveriş kaynaklı depresyon darbelerine bile hazırken, sevgili depresyoncuğumla ilaçsız mücadele edecekken kendimi öööyle instagramda saçmasapan yazılar okuyup kakır kakır gülerken buldum. Oturduğum yerden kalkıp olmadı dedim, depreşemedim bu planım da bozuldu,bari gidip güzel zaman geçireyim. Bu sefer de yağmurda ıslandım, dediğim gibi eve dönerken yine kakır kakır gülüyodum. 

Bazen yapacak bişey olmuyo, akışına bırakmak lazım diyolar. Bir diğer atasözü de “Only dead fish go with the flow” yani sadece ölü balıklar akıntıyla gider şeklinde. Yağmur sonuçta bir doğa olayı, ıslandığı için çemkirecek biri değilim. Çemkirmemin sebebi tamamen okuduğum kitapla alakalı, ve çemkirirken Erol Taş kahkahası atabiliyorum aynı zamanda. Bi de hayatımda ilk kez çemkirme ses kaydımı dinledim, (evet, artık benim de tapem var) inanılmaz komik. Hatta şimdi anlayabiliyorum benim gibi köpekleri sevemeyen, bira şişelerini çakmakla açamayan bir insanın çemkiren Çelin geri gelsin demesini. Çiçekçi kıııız baaak bana, allahın cezası sırılsıklam oldum yağmurdaaaa diye şarkı yapıp bi de parmaklarımı şıklatarak göbek attım , öyle şiirsel çemkirmişim. Dinledikçe daha güzel geldi. Ama kitapta anlattıkları böyle bişey değil tabi. 

Gelelim hayal kırıklıklarına, liseyi bitirdiğim seneden beri her doğumgünümde birşey olur ve ağlarım. O gün facebook’umu dondurduğum, telefonlara çıkmadığım, kaçtığım falan doğrudur, önlem onlar. Bu sene tam burdan ilan da ediyorum, bütün doğumgünü hayal kırıklıklarımı toplayıp, annemin çocukken uyumadan anlattığı küçük kırıkla büyük kırık masalındaki gibi pritle yapıştırıp çok güzel bir gün geçirmeye azimliyim. İlk iş olarak hediye alternatiflerimi hazırladım, bi türlü parama kıyıp alamadığım uzak lens, Mac, Meksika’ya gidiş dönüş uçak bileti. Anneme kestim cezayı, neticede son iki yıldır doğumgünümü unutan o... Bunlar  senelik biriken hediyelere mahsuben, o gece de eğlenmeye gidiyoruz, hesaplar senden, elimi sürmem... 

Arsızlık bu evet, o Erol Taş kahkahaları da öyle. Ama benim değil okuduğum kitabın suçu. Dünya üstünde öyle arsız kadınlar var ki, bu kadarcık arsızlık yapmayı hak ettim bence. 

Gece güzel, ya da bana öyle geliyo. Bitmese, sabahlar olmasa, yat zıbar yemeği yapsam kaşık mikrofonumla şarkı söyleyerek... Ama balkon konuşması duyuluyo, buna eşlik edemem... Hmm, aslında balkona çıkıp kendi balkon konuşmamı yapabilirim. Mantıklı... Ben gidiyorum.