15 Eylül 2016 Perşembe

ÇAĞ ATLAMAK



Selocan'ın şırıltılı balkonunda sıradan bir gündü, yaz sonu, meltem, bahçeden gelen su sesi, masmavi ve bulutsuz gökyüzünde arada bir dikkat dağıtmak için uçarak geçen benim deniz şehrimin kuşları, köpek horlaması ve psikopat katilli bir başka hikayeyi anlatan kitapla, uzayan gece nedeniyle geç başlamış olsa da huzur dolu bir sabah. Sıcacık pişen börekle sabah kahvaltısı ve hiçbirşey. Hiçbirşey yapma zorunluluğu olmayan tatil günleri.  

Kelimeleri konuşmaya başladığımızda öğrensensek de anlamlarını kavramak çok çok uzun zaman alabiliyor. Mesela mavi, mesela huzur, mesela özlem, mesela mutluluk, mesela zaman, hayat, mesela meltem, mesela hiçbirşey. 

İnsanlık tarihinde çağların başlamasına ve bitmesine önemli olaylar neden olurmuş. Benim tarihimde bir çağ açan önemli bir keşif var: 'He diyip geçme teknolojisini öğrendiğim zaman.' Çok işe yarıyor, uygulaması zor ama. Dünyada elinin uzanabildiği kadarını düzeltme sevdasında olan insanlar için özellikle de. Ne var ki, bir önceki çağı açan ve kapatan "Önce benim iyi olmam lazım" kuralını idrak ettiğim için, "He diyip geç" uygulaması yoluna devam etmek için bazı idealleri biraz esnetmekten başka bir şey değil. Üstelik eni konu bağımlılık yapabiliyor. Hayatta kendini zora sokan her şeye ve herkese karşı bununla karşı koyabiliyorsun, "Yaw he, he..." diyip geçmek dünya üzerinde icat edilmiş en zararsız ve en etkili silahlardan bir tanesi. 

Hayata karşı bitmek bilmeyen bir merakım olsa da bazen dinlemekten sıkılıyorum. Aşkı keşfetmeden tüketmiş insanların, hiç bir zaman bir güven ihtiyacı duymamış insanların, hayata karşı hiç merakı olmamış insanların robotik hatalarını kendi karanlık çağlarına girdiklerinde fark etmelerini dinlemek hiç eğlenceli değil. Kendi deyişiyle "Üjjj" yaşındaki bir çocuğun tahta kalemiyle bacaklarını boyamasını seyretmek eğlenceli. Kendi mantığına uymayan şeylere yapıştırmak için cebinde "SAÇMA" , "SAÇMASAPAN" , "YANLIŞ", "ZARARLIYMIŞ" gibi bol miktarda kelime etiketi taşıyan insanlarla konuşmak eğlenceli değil. Aynı insanlar ciddi ciddi konuşurken onları hayalinde başka bir forma sokmak eğlenceli, hani şu sakız reklamındaki "Oturmaya mı geldik?" diye dolanan kadının sakız çiğnedikten sonra bozuk plak gibi aynı cümleye takılmış pilli bebeğe dönüştüğü gibi... Her gün aynı hayatı yaşadığını ve hapsolduğunu düşünmek eğlenceli değil, herhangi bir şeyi yapamıyorum, başaramıyorum diye düşünmek eğlenceli değil, bir yerlerden başlar, gidebileceğim kadar giderim kendi yolumda demek, kendine inanmak eğlenceli. Sıfır noktası her zaman eğlenceli. Yolsuzken istediğin yolu çizebilirsin kendine. Bu yüzden belki sürekli sıfır noktasından çok da uzaklaşmıyormuş gibi hissederim kendimi. Bir de manipüle edildiğini bilmek çok eğlenceli. Aynı olaya üç farklı insanın yorumunu dinlediğinde şu sonuca varabilirsin hayat dersi olarak: "Hiçbirşey yoktur, olsa da biz bilemezdik". Gorgias milattan önce 400 'lü yıllarda söylemiş, ben şimdi teyid edebiliyorum. Yani çok da şey etmemek lazım bu minvalde, ne kadar kasarsan kas, sonuçta hiç birşey yok, olsa da bilemiyoruz, bilsek de anlatamıyoruz, anlatsak da dinleyen yok zaten, biz de kimseyi dinlemiyoruz ordan biliyorum. He, he...

Bugün çok güzel bir gün. Şu saate kadar üç tane "He, he, doğrudur..." fişekledim. Tepemde de tam şu anda kanatlarının ucu siyah, kocaman bir martı uçuyor. Arkasından iki tane kara karga ve bir güvercin. İnsan hayatında hep büyük şeyler bekler, hayatının bir zamanlar kurduğu hayallere doğru akmasına neden olacak gösterişli yol ayrımları. Halbuki belki de geriye baktığımızda en büyük özlemi duyacağımız şeyler en sıradan ve tekrarlı olanlardır. Balkonda oturup su şırıltısı, köpek horlaması eşliğinde cinayet romanı okumak gibi mesela. Bir gün başka bir yerde yaşamaya başladığımda, mesela yabancı bir ülkede, zamanın ortasında dini bayram diye bir tatil sebebiyle neredeyse bir haftanın tatil edilmediği bir başka hikayede bu anı özleyebilirim belki. Belki de yarın bile özleyebilirim bu anı. Çağırmak için bir isim taktığımız şeyler ne kadar sıradanlaştırsa da dünyanın büyülü güzelliklerini, yaşadığın anın etrafında fark edilmeyi beklemeyen, sen fark edersen zenginleşebileceğin, fark etmezsen ona hiç birşey olmayacak bir sürüsü etrafta öylece var olmakla meşgul şu an. Mesela meltem, adını söyleyince sadece hafif bir rüzgar, halbuki gözlerini kapattığında meltem seni özlediğin anılara olabilecek en nazik şekilde götürebilen bir mucize. Meltem bugün bana armağan. Fark etmeseydim, meltem yine meltem olacaktı, ben de Çelin. 

En nihayetinde, bu aralar "Oldu o zaman, öyle yapalım." , "Hıı, piki!" veya "Emredersiniz komutanım!" falan dediğimi duyarsanız, "He" diyip geçin bana, fazla sıkıntılı veya detaylı şeyler anlatmayın dinleyemiyorum, dikkatim dağılıyor. Bir de eğer bir köpekseniz gelip balkonumda uyuyabilirsiniz, çünkülük köpekler bazen daha şey. Yaw heeee:)