Sabah işe
gitmek için evden çıktığımda bir seyahat planım yoktu. Yarım saat içinde karar
verdim gitmeye. Önümde bayram arifesiyle dört günlük boş zaman, İzmir sıcak, bayramlar
kötüdür üstelik. Ertesi gün sabah onbirde Sakız limanına inmiştim. Plansız gitmek
güzeldir, bu yüzden Sakız güzel bir alternatifmiş.
İlk yurtdışına
çıkışım, ilkler güzeldir. Hikayeleştirilecek bir durumu olmalı bu güzel tatilin,
ama burada anlatmayacağım. Gördüklerimi yazmak istedim burada.
Çeşme limanından feribotla geçiliyor. Vizesi olmayanlar
için kapı vizesi evraklarını tur şirketleri önceden gönderiyor, oraya
indiğinizde ayrı bir kuyruk bekleyip vizenizi alabiliyorsunuz.
Plansız yola çıkmanın kötü tarafı, önceden evrak
göndermeyenlerin kapı vizesi kuyruğundaki herkesin işlemi bittikten sonra
alınması. Tek tek evraklar inceleniyor, bilgiler sisteme kaydediliyor ve bayram
kalabalığında feribottan inmekle vizeyi alıp limanın kapısından çıkmak arasında
üç saatlik bir bekleyiş olabiliyor. Önceden uyardıkları için çok sıkıntı
yapmadım ama günübirlik gelmiş olup üç saat orada beklemek zorunda kalanlar
için tabi oldukça sıkıntılı bir durum.
Eşyaları otele
bırakıp gezmeye başlıyoruz. Karfas’ta denize giriliyor. İncecik kumu var ve
deniz çok temiz. Herşey mavi oluyor bazen ve ben maviyi çok seviyorum. Denizden
çıkıp dalgaların bittiği yere yatıyorum, çocukluğumdan beri yapmamışım bunu.
Gözlerimi açtığımda gökyüzü mavi. Mavi dünyayı sevmeye başlıyorum. Üç yazdır
ilk tatilim bu. Ne kadar yorulduğumu fark ediyorum ve o an ne kadar
dinlendiğimi. Renklerin insanlar üzerinde bir etkisi varsa eğer mavi artık
huzur demek.
Ordaki
biraları ilk içtiğimde farklı geliyor. Efes–Tuborg ikilemi orada Fix-Alfa
olarak çıkıyor karşıma. İkisini de sevmiyorum, yerel üretim biradan alıyorum,
biraz acı ama daha iyi geliyor. Bir de yarı tatlı şarapları güzel. Litrelerce
içilen bira sudan fazla etki etmese de o yarı tatlı şarapları keşfettikten sonra
başka bir şey içmiyorum.
Dar yollar köyleri
birbirine bağlıyor. Trafik düzenli ve yavaş. Kimse birbirine saygısızlık
etmiyor. Üstü açık Barbie’yle gezdiğimiz için gündüz çok yanıyorum, gece
üşüyorum ama sorun değil, telefon çalmıyor, uzak olmak, huzur bulmak, bir de
mavi güzel.
Yolların
kenarlarında orada sanırım trafik kazalarında ölen insanlar için küçük kutular
var cam kapaklı. İçlerinde kandil yakılıyor geceleri. Bir akşamüstü Karfas’tan
merkeze dönerken bir genç kız büyük bir ciddiyetle yol kenarında yaktığı
kandile arkasını dönmüş yürüyor. Ertesi gün yaktığı ateş hala yanıyordu. O
kızın yüzündeki acıyla ciddiyeti hiç unutmayacağım sanırım. Sevgilisi miydi
acaba diye düşünüyorum ölen. Kimin için yaktı o küçük ateşi? O anda bir senaryo
yazıyorum, “Eğer ben burda ölürsem, benim için yapılacak kutuda su kabı olsun,
kuşlar su içsin ve yem yesin”. Ölüm acıklı gelmiyor bana, arkandan acı çekecek
birinin olması ve olmaması acıklı geliyor.
Sokaklarda
küçücük köpekler var. Çok nadir büyük sokak köpeğine rastlanıyor. Kediler var
bir de. Gittiğimiz restoranlardan birinde tek gözü kör bir kedi görüyorum. Ötekileri
kovalayıp ona yemek veren mavi gözlü adama diyorum ki, “Selam, ben Çelin, ben çirkin
kör kedileri seven kızım.” O da “Biliyorum, anlatma” diyor. Kedi yemeğini
yedikten sonra şarabıma devam ediyorum. Kör kedi doyduğu için o günüm güzel geçiyor.
Nefes
alıyorum, boş boş etrafıma bakınıyorum, yalınayak geziyorum, Barbie tepelere
tırmanırken çok fotoğraf çekiyorum, yemeklerinden yiyorum, frappesini,
birasını, tatlı şaraplarını içiyorum, ellerimi, ayaklarımı sürekli kuma
değdiriyorum, yanıp acımış omuzlarımı bile güneşten saklamıyorum, makyaj
yapmıyorum, bir gece kafama esiyor, yüz santim topuklu ayakkabılar giyip öyle
dolaşıyorum, günleri sahiplenmemem gerektiğini ve son gece diye bir şey
olmadığını, gecelerin, günlerin benim olmadığını öğreniyorum. Anlamadığım
sözleri olan müzikler dinliyorum, beni Yunan sanıp yüzüme baka baka fesat
laflar eden hoşaf olmuş kadına ismimi söylüyorum gülümseyerek. Barbie ormanların
arasından geçerken ağaç kokularını içime çekiyorum.
Ve tatil
bitiyor. Denize atılan tek izmarit bana ait. Sadece kendimden bir şey bırakmak
istedim aslında. O an elimde başka bir şey yoktu çünkü. Bunu gelirken
düşünmüştüm. Sakızla vedalaşmadan dönüyorum.
“Anılar
biriktiriyoruz sadece “ demişti Yeşim abla. Güzel anılarla doldurup gelgit
hafızamı, mavi mavi dönüyorum İzmir’e. Dönmeyi de gitmek kadar sevmek lazım.