18 Ekim 2015 Pazar

YAVAŞ


Kendin için yaz dedi hocam bana. “İnsanlar dram okumayı seviyorlar, aşk ilgilerini çekiyor, ama daha çok  seks okumayı seviyorlar. Ben bunları yazamam ki. Acılara değil umutlara yakından bakmayı seviyorum ben.”
Sen kendin için yaz diyor ısrarla. 

Şu an geceyarısı. Ekim’in ortası. Bir çok yönden iyi ve birçok başka yönden kötü durumların da ortası. Onbeş gün önce gerçekleşen terör saldırısından sonra ülkemizde üç günlük yas ilan edildi tüm terör mağdurları için. Radyolar yayınlarını yavaşlattı, insanlar azıcık gülümsemeye çekinir oldular, kendi mutlulukları başkalarının acılarının yanında utanç verici bir durum gibi duruyor diye. Hava kapalıydı o haftasonu, İzmir ilk defa bu kadar gri. Yazılan çizilen, konuşulan herşeyin içerisinde milli felaket senaryoları var o günden beri. Böyle bir ortamda huzurdan, mutluluktan, gelecek güzel günlerden bahsetmek mümkün değil. 

O günden sonra muhteşem iki hafta yaşandı demeyi çok isterdim ama olmadı.  Fırça yedim, kabus gördüm, kolay kızdım, biraz küstüm. 

Şimdi bu hallerde arabesk yazılar yazmak için saha elverişli, kalede kimse yok ama ben o şutu çekmeyeceğim. 

Birşey öğrendim ben, bir komut, kendi kendime veriyorum bu komutu: “Bekle!”

Cookie’ye öğretirken kolay olmuştu, sanırım köpeğim benden daha yetenekli beklemek konusunda. Elimde en sevdiği yiyecek varken onu oturtup, ben “gel” diyene kadar oturduğu yerde beklemesini birkaç tekrarda öğrenmişti. Bense sabırsız Şamaniçe olarak, beklemeye tahammül etmeyi çok daha zor öğrendim. Hala öğrenmeye çalıştığım bir diğer şeyse “yavaş!”.

Koşmam lazım, yürürken bile yavaş olamıyorum. Bana bilardo oynamayı öğreten arkadaşım saçını başını yolardı, yavaş vursam çok rahat yapacağım atışları aceleyle nasıl batırdığımı izledikçe. Sonra dövüşürken raundun başında hızla saldırıp ortasına gelmeden ringden emekleyerek kaçtım ilk antrenman maçımda. Dövüşmek bana çok şey öğretti, ringdesin, işte hayat: kaçmamak için yavaş ve akıllı oyna.   

Yavaş’ın ilk adımı beklemek. İçinde biraz düşünmek, biraz planlamak, biraz yapmadan önce denemek, biraz başkalarını izlemek vardır. Sonra bir gün yoga hocası benim gibi insanlar için yoganın yanında aktif bir spor yapmanın dengeyi sağlamamda yardımcı olacağını söyledi. Şimdi yavaş zamanı, ve bekle zamanı. Bir de yeni birşey keşfettim, hayatta dengeyi bulmak. 

Bekliyorum. 
Okuyacağım kadar okudum, dinleyeceğim kadar dinledim bu aralar. Hiç sevmediğim haber bültenlerini en az on kanaldan dinledim. Yanlış duymadınız, Çelin’in evinde televizyon açıldı. Kopmak için on senedir uğraştığım gündemin bir numaralı takipçisi oldum. Yetmedi, her görüşte köşe yazarının değerlendirmelerini takip ettim. Cookie’ye bile fikrini sordum, ıslak burnunu elime değdirdi. Geçen hafta aramıza katılan çiçek Barış ise konuyla ilgili yorum yapmadı. 

Hadi biraz deneyim, olumsuz bir yazı olsun bu da. 
“Bana kendi karanlıklarını göster” demişti biri bir zamanlar. Benim de karanlıklarım var tabi ki. Yorgunum mesela. Aile içinde sorunlar yaşıyorum zaman zaman. Kendi içimde de sorunlar yaşıyorum zaman zaman. Bazen Can’ın babasıyla hiç karşılaşmayacağımı düşünüyorum, ve Can’ın hiç gerçekleşmeyeceğini... Buralardan gitmem gerektiğini düşünüyorum bazen. Ve herkese, herşeye sinir olduğumu. Hayvanlar dünyasına yardım elini uzatan her insan gibi insanlar dünyasının kötülüklerini keşfediyorum çoğu zaman. Bazen konuşmaktan tükenmiş hissediyorum kendimi, cümlelerimi birilerine bir ışık olur diye kullanmaya çalışırken kendi sesimden bıkıyorum ama karşımdaki insana bir kelime bile anlatamadığımı fark ediyorum bazen. 

Bazen delirmişim gibi geliyor. Başka bir dünyada, başka bir bilinç düzeyinde yaşıyormuşum gibi, bazen de benim dışımda herkes delirmiş gibi hissediyorum. Baş edemiyorum bazen. Sadece kaçmak geliyor içimden bazen. Yüzerek, koşarak, arabaya atlayıp gazı kökleyerek... Sonra bir ses geliyor içimden: “Yavaş!”. Bir kitap okudum ve tanıştım o sesin sahibiyle. İnsanın o iç seslerinin her birinin bir sahibi varmış. Bu da makul olan işte. Bir de şunu söylüyor: “Bekle!”
Gazdan ayağımı çekiyorum. Genelde kaçış zamanlarında karnım kilitleniyor. Çok derin bir nefes alıp kasılmış karnımı gevşetiyorum. Kendi “yavaş”ıma böyle geçebiliyorum. Aldığım çok derin nefes beni bir sürü düşüncelerden ve karnımı kasan duygulardan kendi vücudumun içine ve “şu an”a yerleştiriyor. Çok derin nefesimle girdaptan çıkıyorum. Anlık kapatıyorum gözlerimi. Tekrarlıyorum, “yavaş”...

Bir resmim var, çizmeye balonlardan başladım. Rengarenk boyadım onları. Sonra yerde oturan, sırtını bir yere yaslamış yerde oturan bir kadın çizdim. Karşısına da oturmuş ona bakan bir kedi. Biraz zaman geçtikten sonra resim defterimi elime tekrar aldığımda balonları tutan bir el çizdim. Elin sahibini de. Bu bir kız çocuğuydu. Kediyle kadının arasında kaldı. Kediyi bir köpeğe çevirdim. Kuki oldu o. Bugün kızı boyadım. Kadının da yüzünü. 

Resmim kendi çocukluğunu elinden tutmuş Çelin oldu böylece. Kadınla çocuğun üzerinde aynı elbise oldu. Kadının saçlarını kendi deli deli sağa sola yatık, birazı havaya kalkık çizmiştim. Sildim onu. Doğru düzgün taranmış, güzel, kısa ve sarı bir saç çizdim. Böyle daha çok hoşuma gitti. Kendime aynada değil kendimi çizdiğim resimde baktım. Çok mutlu bir çocukluk yaşamamış olan Şamaniçe, elinde balonlarıyla duran kızla barıştı. Bunu da bana kendi yavaşım yaptırdı. Resmi düzelttiğim gün yavaş’ı yapmayıp, mesela dışarlarda takılmayı, sağda solda tanıdık birileriyle laflamayı, yemeği dışarda yemeyi düşünmüştüm. Eve gelip yavaş modunda resim yapmak sonra da yaptığım resmi yorumlamak bana bunu verdi. Sonuçta yine kötümser bir yazı yazamadım. 

Bana renkli şeyler getiren insanları çok seviyorum. Rengarenk sohbetleriyle misafirlerim geldi, kırmızı bir tost makinası getirdiler evime. O renkli kadınlarla hayatıma kattıklarının hepsini yazıyorum. Hani küçük bir kuş cinsi vardı, renkli şeyler toplayıp kendine bunlardan yuva yapan, işte o kuş benim. Gökkuşağından yuva yapıyorum, renklerinden kitap yazıyorum. Gece yuvama doğru uçarken aya baktım. Ay çok güzel bu gece ve benim öğrendiğim bir şey var, denge. Çok zor ama oralarda bir yerdeyim sonunda.