29 Mayıs 2016 Pazar

ANKET




Çocukken anket defterlerimiz vardı, sorular sorar insanları tanımaya çalışırdık. Çocukken işe yarardı belki, büyüyünce olmuyor. Her birimiz döne döne hayatımızdaki insanlara ne kadar uzak olduğumuzu keşfediyoruz. Ağızdan çıkanla yürekten geçenin arasında uçsuz bucaksız okyanuslar var. İşimiz rol yapmak, hepimizin kendine göre birer görüneni var, çok az kişi görünenin arkasını merak ediyor, onların da çok azı merak ettiğini öğrenebiliyor. İnsan kendini açmamaya meyilli. Kilitli sandıklarımızın içi karmaşa dolu, dışımız panayır alanı. Hep söylerim, bu devrin insanı değilim, asla da olamayacağım. Ben Çelin, şamaniçe, kendi kendinin hekimi, hakimi, nefes almayı öğrendiğim günden beri ip üstünde dengede kalmaya çalışıyorum. 

Şirketler işe alacakları adaylara sorarlar,yoğun  stres altında çalışabilir misin diye. Çok antipatik bir sorudur bu. Çalışma ortamındaki dengesizliği açık eder aslında. Gerçek hayatın demosudur, kaçma şansın olmadığında ve stresle başbaşa kaldığında nasıl davrandığın seni sen yapan şeylerden biridir. Bir arkadaşım vardı, istediği olmadığında şımarık bir çocuk gibi ağlamayacağını, bunu kabullenebileceğini söylemişti. Benim hayatımda duyduğum en büyülü cümlelerden birisi oldu, cebime koydum bu cümleyi. İhtiyaç anında çıkarıp kullandım defalarca, her seferinde de o arkadaşımı andım. Nefes almayı öğrendiğim günden sonra tanrı bana kabullenmeyi de öğrenmem için bir arkadaş göndermişti. 

Sanırım herkesin birbirinin hayatına dokunduğu sihirli anlar var. Bazen yaptığımız hatalar bir ışık yakıyor hayatlarımızda. Yapmamamız gereken şeyleri yaptıktan sonra bir melek gelip kulağımıza fısıldıyor, “Bu sefer sınavı  geçemedin, ama iyi bir ders aldın. Hadi bakalım tekrar dene...” Uykuyla uyanıklık arasında yol giderken düşündüm ben bugün, insan ne kadar çok müdahale ediyor. Akışına bırakmak lazım bazen. Yüklenip yüklenip bir an kaçmaya çalıştığında en azından doğru yöne kaçmayı bile beceremiyorsun sonra. İçinde kabullenemediğin, kavga ettiğin neyse aslında senin parçan. Kendi bütününü kabul etmeden eksiğini tamamlayamaz ki insan. 

Şamanlar doğanın güçlü ruhlarıyla iletişime geçebilmek için kuş motifli elbiseler giyermiş. Tweety’li bir tişörtüm olsa daha iyi bir şamaniçe olabilirdim galiba. Ben Çelin, bugün kendimin hekimi.  En sevdiğim müzik kuş cıvıltısı, en sevdiğim renk denizin mavisi. En korktuğum şey birine veya bir şeye zarar vermek. En son dün gece birini aldattım, kendimi. En son iki hafta önce birini ağlattım... 
Tevrat’tan bir cümle, ne oldu ise olacak odur, ne yaşandı ise yaşanacak odur. Güneş altında yeni bir şey yok. Hepsi boş ve yeli tutmaya çalışmaktan ibaret...


5 Mayıs 2016 Perşembe

=)


Bugün harika bir adamla tanıştım ben, şık, nazik, esprili, kitaplarla arası iyi... Mükemmel bir çift olabilirdik, eğer bu amca bi 55 yaş kadar genç olsaydı :) 
Metroda turnikeden benden önce geçti, çantasına dedektör uzatan güvenliğe “Günaydın!” dedi önce, sonra da bana. “Günaydın” dedim. Merdivenlerden inerken bir daha laf attı, elimdeki kitaba bakıp, “Kitap okuyanlara can feda!”. Tekrar bakıp gülümsedim, yaklaşıp “Karanlık günler bunlar, kitap okuyan da kalmadı...” Konuşkan ihtiyarcıkları çekiyorum diyorum, geçen haftaki titrek teyzeden sonra bu hafta da piyangodan bu amca çıktı bana... Sonra koltuğunun altındaki evrak çantasını açıp bir kitap uzattı: “Ben, Sivas’tan kurtulabilenlerdenim. Otuz ikinci kitabım, size takdim edeyim.”

Teşekkür edip aldım kitabı. Ücretini vermek istedim, arka kapakta fiyat göremedim. “Ücreti bankaya yatırıyorsunuz ama ben Türk bankalarına güvenmediğim için...” kulağıma iyice eğilip “İsviçre’de bir bankada hesabım var...” Gülüşüyoruz tabi. 

Birlikte metroya biniyoruz, yol açıp yerinden kaldırabileceğim genç birisi var mı onu oturtmak için diye bakınırken bir genç kalkıp yer veriyor. Bu sırada doksanına merdiven dayadığını, neler gördüğünü anlatıyordu. Ne yazık ki bir durak sonra Karşıyaka’da inecekmiş. Kısa sürecek sohbetimiz... Elimde arkadaşım ödünç alıp  istediği için  taşıdığım dev kitabım Shantaram’a bakmak istedi, uzattım, inceledi, benim yorumlarımı dinledi ve metro durduğunda iyi günler dileyip fötr şapkasını eliyle oynatarak selam vererek indi gitti. 

Doksanına merdiven dayamış, bu saatte elinde çantası, takım elbisesi, üstünde haylaz neşesiyle sabahıma renk kattı Zeki Büyüktanır. O iner inmez açıp okumaya başladım. Neşesi bana geçti, iyi ki kurtulmuş Madımak’tan, ama kim bilir ne Zeki’ler yandı bizim yolda tanışıp sohbet edemediğimiz...