20 Şubat 2016 Cumartesi

HAYAL


Ankara’da bomba patladı, hem de askeri servis geçerken. Çok kişi öldü. Ben hayatımın küçük bir keyif anını yakalayıp bir uğurböceğini elime alıp parmağımdan uçmasını izlemiştim halbuki bugün, gülümsemiştim bu küçücük duruma. Yeniden spora başlamıştım, vapurla işe giderken ilk Haruki Murukami kitabımı okumaya başlamış, başta anlamamış, sonra neden bu kadar beğenilen bir yazar olduğunu kavramaya başlamıştım okudukça. Sonra eve geldim, insanlar öldü. Gülmemeye çalıştık sonra. Bu aralar ne çok gülmemeye çalışıyoruz, ne yazık... Bu coğrafyada hayat gün geçtikçe zorlaşıyor, çünkü bir yandan mutlu olmaya, bir yandan gülmemeye çalışıyoruz. 

Makarna tarifleri bulmuştum halbuki ben. Yeşil, pembe makarna hamurları yapıp dünyayı kurtaracaktım. Mutluluğun ve mutsuzluğun yemekle çok alakası vardır, bunu herkes bilir. Depresyondaki kadınların sürekli tatlı yemesi ve şişman insanların daha neşeli olması gibi... Ve eğer BEN mutluysam, kaşığı mikrofon yapıp şarkılar söyleyerek yemek yapar, dans ederim. Bu normaldir, çünkü mutluluk sadece mutfakta yemek yaparken bile kendini ortaya çıkarabilir, zor olan bunun farkına varmaktır. Eğer mutfakta hiç bilmediğim bir dilde şarkılar söylüyorsam Cookie benim mutlu olduğumu hemen fark eder. 

Ankara’da bomba patladı. Annem çalışıyor olsaydı ve biz hala Ankara’da yaşıyor olsaydık, eve gelirken o saatte ordan geçmesi gerekirdi. Ya da belki gelemezdi. Bombanın patladığı akşamAnkara’dan teyzem aramıştı, aramızda bugüne kadar en güzel konuşma geçti sayılmaz, ve bu onunla son konuşmamız olabilirmiş... Peki orada ölenler acaba sevdikleriyle son konuşmalarını nasıl yaptılar acaba? 

Dünya delirmiş durumda. Herkes deli, inanın bana. Hani aptal yerine insanlara “kuş beyinli” derler ya, bir karga dar uzun bir cam vazonun dibindeki yiyeceği almak için bulduğu bir teli kıvırarak kullanıp amacına ulaşabiliyor. Bunu bir kediye saldırmak, veya başka bir kargayı yemeğinden uzak tutmak için kullandığına dair bir gözlemi olan henüz yok şu ana kadar. Tüm yaratılmışlar içerisinde hem kendi cinsine, hem de diğer yaratılmışlara bilinçli zarar veren tek tür sanırım insan. Bu da bizi beslenme piramidinin tepesine yerleştiriyor. Bu yüzden tüm ötekilerin üzerinde etkimiz var. Bu etkinin büyük ölçüde yapıcı olduğunu söylemek imkansız. Var olmak için yok etmeyi daha küçücük bir bebekken kodluyor sistem yaşayışımıza. Halbuki karga olsaydık sorun çözmek için alet kullanmayı bilirdik, zarar vermek için değil. Dünyayı kargalar yönetseydi, sanırım var olan zekaya rağmen top, tüfek, bomba icat edilmezdi. 

Ben başbakan olsaydım, ülkemin insanları gelecekleri için endişelenmekten nefes alamaz hale gelseydi, üzüntümden ağlardım. En son televizyon izlediğimde başbakandı çünkü. Sonrasında televizyonu bir kablo takıp bilgisayara indirdiğim filmleri izlemek için açtım sadece. Bol bol aşık kadınlar ve erkekler, güzel manzaralı şehirler, şarkı söyleyip dans eden kalabalıklar vardı izlediğim filmlerde. 

Bazen siz de mesela metro beklerken birden içinizde dans edip şarkı söylemek için karşı konulmaz bir istek duyuyor musunuz? Üstelik sesiniz benimki kadar kötü olsa bile? Bence insanlar daha rahat veya her akıllarına geldiğinde veya içlerinde bir istek belirdiğinde şarkı söyleyip dans edebilselerdi dünyada kargalar gibi yaşama ve zarar vermeme olasılığımız çok daha yüksek olurdu. Bir bomba patlatmaktansa rap yapardı o zaman belki. Ve koca koca adamlar ülkeyi yönetmeye çalışırken bir anda herşeyi batırdıklarını fark etseler hüzünlü bir Frank Sinatra şarkısı söyleyerek bu işi yapamadıklarını ve bu yüzden üzgün olduklarını ifade edebilirlerdi. Elbette arkada şarkılarına eşlik edenler onlara yardım etmek için önce bir Bıb Marley şarkısına üeşlik eder, sonra el ele dans ederek dünyayı hep birlikte kurtarırlardı. Dünya ve bu ülke yaşamadı bu kadar zor bir yer olmazdı o zaman. Herşey ortalık yerde içimizde bir istek duyduğumuzda şarkı söyleyip dans etmemiz engellendiğinde bu hale gelmiştir belki de, kim bilir? Kimsenin konuşmadığı kelimelerle bir kadını seven adama aşık olur belki de kadın, birlikte şarkı söyleyip dans ederler ve belki dünyayı onların aşkı kurtarır belki, kim bilir?..

3 Şubat 2016 Çarşamba

Arada Bir


Bence arada bir aşık olmasa bile aşk mektubu yazmalı insan, aşkı hayatında tutmak için ve arada bir hayatının kıymetini hatırlamak için intihar mektubu yazmalı, sonra bir yere saklamalı:  Sevgili geride kalanlar, ben birazdan gideceğim, geride kalan mutlu anılarımı size  miras bırakıyorum. Şehrin sokaklarına asılı kalmış kahkahalarımı en yakın arkadaşıma bırakıyorum. Arada bir bu şehre gelip sokaklara bıraktığım kahkalarımı kendi kahkahalarınmış gibi gürüldet lütfen. Martıları, kargaları ve pelikanları uçarken gördüğümde söylediğim şarkıları ilk aşkıma bırakıyorum, umarım hala gitar çalıyorsundur ve kuşların kanat çırpmaları sana da müzik yapmak için ilham veriyordur umarım... Her sabah denizi gördüğümde hissettiğim  mutluluğu köpeğim Cookie’ye bırakıyorum, denizin tadını ondan daha iyi çıkarabilecek bir canlı yoktur çünkü dünyada. Ne zaman kendini çaresiz hissetsen açsan ve okusan mesela, çaresiz hissetmediğin zamanlarda yazdığın vedayı, bir şey ifade eder sanırım. Bunlar bugün işten eve dönerken geçti aklımdan, sol tarafımda denizin üzerinde güneş batıyordu, trafik sıkışmıştı ve çalan müziğe kapılıp hayallere dalmıştım ben...

Uzaktan baktığında ne kadar çok şey görürsün, yaklaştıkça az ve detaylı. Spor yaparken görüp dünyanın en güzel şeyi gibi izlediğin birisini mesela, tanıdığında şöyle diyebilirsin: “Tanrım, bazılarını insan değil, bir ağaç dalı olarak dünyaya gönderseydin de olurmuş ama tabi işine karışmak istemem...” Bütün ağaç dalı özütünden yaratılmışlara rağmen bir aşk mektubu yazmak lazım, aşkı hayatında tutmak için. Mesela, babanın ağzından annene yazılmış bir aşk mektubu. Hayatta gerçekle hayalin çizgisini bulanıklaştırmak lazım çünkü arada bir. 

Bir de sık sık sebepsiz gülmek lazım. Ortaokulda mucizelere inanmıyorum diye uzun tartışmalara girdiğim din dersi hocasının sabrına sahip olduğumda anladım, insanın bir mucize görmesi için aynaya bakması yeterliymiş. İnsan vücudu güldüğünde vücudun için mutluluk hormonu üretirmiş. Bir sebep olup olmadığına bakmaz, sen güldükçe işini yaparmış. Ne büyük çelişkidir ki, gülmenin mutluluk hormonuyla sonuçlanması yüzünden mucizelere inandığım sabır düzeyine ulaşmamı sağlayan canavara kızamıyorum artık, cevabı bulduğum günden beri: Mutlu olmak istiyorum, haklı değil. 

Yine bence, özleyip özleyip Barış Manço şarkıları dinlemek lazım. Kendi dilimde yapılan en güzel müziktir çünkü. Kurabiyeleri sevmek, haftada en az bir kez acele etmeden bir kediye ellemek, bir köpekle sohbet etmek, hayatta yapmak istediğin şeylerin listesini yapmak lazım. Benim listemde motosiklet kullanmayı öğrenmek, işim ve tek gayem buymuş gibi pastacılık kursuna gitmek, tahtalardan ellerimle kendime bir ağaç evi yapmak, sahilde çadır kurup  kimse yokken uyanıp güneşin doğuşunu yattığım yerden izlemek var. Bir gün kendi resmini yapmaya çalışmalı insan, sonra mesela en yakın arkadaşının, tanıdığı bir çocuğun ve tanıdığı bir yaşlının gözünden kendi resmini yapmalı... Her insan hayatında bir kez eleştirdiği bir işi yapmaya çalışmalı. Gece uyumadan neye inanıyor veya inanmıyorsa onunla konuşmaya çalışmalı. Hayata bir kez tersten bakmalı, kendi içine bakmalı, gülen çocukların gözlerinin içine bakmalı. Arada bir aklına geleni düşünmeden yazmalı bence, üç nokta...