19 Ekim 2016 Çarşamba

TOKAT


Hayatta en çok beni tokatlayabilmiş insanlar için şükrediyorum, bazı gerçekler sadece ani ve yakıcı bir şekilde suratında patladığında kabul edilebiliyor çünkü. Denetçi eğitiminde anlatmışlardı, denetlediğin yerin ilk tepkisi inkar olur genelde eksiklerini kendilerine gösterdiğin zaman. Sonra öfke, ardından sadece kabullenmeyi başaranların ulaşabildiği düzelme aşaması. Günlük hayatlarımızda da böyle galiba, kabullenmesek de en çok bizi bize yansıtanlara öfkeleniriz. Dünyanın hızı içinde bu öfkeleri veya öfkecikleri irdelemeye vaktimiz ve egolarımızın altında ezilmeden kalmış, kendi karanlık tarafımızla yüzleşmeye birazcık cesaretimiz olsaydı göreceğimiz şey aynadaki yansımamız olurdu. 

Gururla söyleyebilirim ki dün güzel bir tokat yedim. Uzun zamandır konuşmak istediğim bir kişi, telefonda beni öyle güzel tokatladı ki kapattıktan sonra bir süre oturduğum yerden kalkamadım. Önce bu kişinin konuşup ahkam kestiği durumla ilgili en ufak bir fikrinin olmadığını hatta camdan bir kavanoz içinde japon balığı gibi pastörize bir hayat sürdüğünü düşündüm. Sonra beni yapmak istediklerimden engellemeye çalıştığı için öfkelendim. Kimdi ki o, yerdim ben onun bilmiş bilmiş konuşmalarını, çiğner tükürürdüm... Sonra bir hışımla evden dışarı attım kendimi kafa dağıtmak için. Geri döndüğümde adam haklı demiştim. Sadece uzun süredir yüzleşmekten kaçındığım zayıf noktama bilmeden spot ışığını çevirivermişti. Alt tarafı adam haklıydı. Söylediği sözlerin beni bu kadar kışkırtmasının da doğal olarak onunla bir ilgisi yoktu. 

Kabuğunu delip derine işleyebilen birşeylerin olması güzel bence. Benzer hikayelerin fabrikasyon karakterleri olmaktan korur bizi yara kabuklarımız. Biraz yükselip tepeden bakıldığında hareket halindeki canlılar topluluğuyuz en nihayetinde, karıncalara baktığımızda bizim gördüğümüz gibi. Hani etrafına bir çizgi çekince çizginin öteki tarafına geçemeyen karınca var ya, bir de çizgiye kafa tutanlar var işte. Onlar sürüden ayrılıp kendi hikayesini yaşamaya karar verenler, hani Akillah’ın dediği “çatlama cesareti gösteren tohumlar”. Tam bu noktada bambaşka bir cümle kurmak isterdim ama, biz o çizginin içinden çıkamayanlardan olduk şimdiye kadar. Onun için okumaya devam ediyorsun bu yazıyı hala. 

Bir çocuk üniversite öğrenimini devlet üniversitelerinden birinde bitirdiğinde bile devlete borçlu olarak atılıyor hayata. Doğal olarak ilk paniği bu borçları ödemek için acilen bir iş bulup ödeme tarihi geldiğinde hazır olmanın derdine düşmüş olduğundan yaşıyor. Zamanla üstüne eklene eklene gidiyor, falanca araba aldı, şu kadar maaş aldı, gitti (zevksizlik abidesi lego mantığıyla yapılmış) bıdı bıdı sitesinden ev aldı. Koş yetiş statünü korumak için. İşte bu motivasyonla uzaydan bakıldığında karınca sürüsü gibi hareket etmekte olan bizin hikayesi bu. İçimizde potansiyel büyük, gel gör ki gömleği çıkarıp taytla kalmaya çekindiğinden Clark Kent’e hapsolmuş Superman’leriz biz. Sahip oldukça esir olanlarız. Bu kafayı koparmak lazım, kendimizi etiketlemek için hayallerimizi tavanarasına kaldıranlarız.

Bu aralar üst üste geldi, hayalleri hayatlarının gırtlağını sıkmaya başlamış insanlar ne çok. Ömrü boyunca naylon hedefler kovalamanın yakalasan da tat vermediğini, toplum istediği için evli, kadınlar öyle sevdiği için kaslı, özgeçmişinde şık durduğu için bıdı bıdı holdingin çalışanı olduğunu fark edenler buraya. Kürk Mantolu Madonna’yı okumuş gibi yapanı kınayabilmek için Sabahattin Ali’yi gugıllayanlar sonraki vagona. 

Hem duymaktan, hem de söylemekten asla bıkmayacağım: ne yaşıyorsam benim eserim, benim seçimim. Çatlamaya cesaret gösterememişsem gösteremeyeceğim anlamına gelmez. Tohumun uykudaki hayata hazırlığını yaşıyorumdur belki ya da değil. Şükürler olsun yüzüme çarpıp beni uyandıran her şeye. Bu kadar lafı aslında tek bir kişi için yazdım, en kıymetlime... 
Not: Gaza gelip tokatlamaya kalkışan olursa burnunu iki parça ederim=)
Öpüldünüz...







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder